19 Mart 2011 Cumartesi

Karanlık Masallar Serisi

1. Kaçış

Güzel bir vazoydu. Üzerindeki çiçek işlemeleri güneşin dokunuşunu hissedebilirlermiş gibi capcanlı parlıyordu. Fakat güzel olduğu kadar dayanıklı değildi. Taş zemin üzerindeki valsinin ikinci zıplayışında parçalarına ayrıldı. Hoş, onun gibi zemini kucaklayan diğerlerinin yanına, porselen cennetine gitmişti herhalde. 

Kadın ve adam tüm bu yığının ortasında rus ruleti masalarında bile göremeyeceğiniz yırtıcı bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı. Kadının dağılmış saçının yanında adamın yırtık gömleği ironik bir uyum sağlıyordu. Kırılan eşyaların sesinin son yankısı da salonun duvarlarını terkettiğinde ortalığa huzursuz bir sessizlik çöktü. Fırtına sonrası sessizlikti bu. Tıpkı fırtınlar tarafından yerle bir edilmiş hayalet kasabalara çöken o ürkütücü durgunluk gibi.

Sessizliği yıkan ne adamın ne de kadının duyabildiği küçük bir burun çekme sesiydi. Odasının karanlık duvarlarına bakarak yatan kız çocuğuna aitti bu küçük isyan çığlığı. Kız yavaşça yatağında doğruldu ve içini çekti. İçeriden gelen şangırtılar dinmişti şimdilik. Artık duymamak için ölmesine gerek kalmamıştı. Bu onu rahatlatmak yerine daha da hüzünlendirdi. 

Küçük ayaklarını soğuk taş zemine değdirdiğinde, ürperdi. Hava amma da soğuktu. Belki evden kaçmak için ideal bir gece olmayabilirdi ama yarın kreşe gitmekten veya ertesi akşam bir kavga daha dinlemekten çok daha iyi bir seçenek gibi gelmişti ona. 

Mümkün olduğunca az ses çıkarmaya çalışarak çoraplarını giydi. Çantası çoktan hazırdı. Dedesinin bir daha göremeyeceği bir yere gitmeden önce ona bıraktığı masal kitabı, bir iki şeker – ki bu ona en az iki gün yeterdi – ve öğretmeninin ona hediye ettiği müzik kutusu sırtında fazla ağırlık yapmasına rağmen geride bırakamadığı eşyalarıydı. Müzik kutusunun melodisini çok severdi. Kapağını açınca içerisinde dönen kuşu daha da çok severdi. Ona bir zamanlar kaçmasına yardım ettiği küçük seçesini hatırlatıyordu.

Artık o da serçesi gibi gitmeliydi. Annesi ve babası ne kadar pişman olsalar da dönmeyecekti. Evlerinin yanındaki, annesinin hiçbir zaman içine adım atmasına izin vermediği ormana girecek, orada kendisine küçük bir kulübe yapacak ve beyaz atlı prensini bekleyecekti. Evet evet, böyle yapacaktı.

Odası karanlık olmasına rağmen eşyalara çarpmadan penceresinin önüne gelebildi. Karanlığı severdi, onu herzaman sarıp saklayan tek şeydi karanlık. Neden korkmalıydı ki karanlıktan? Sonuçta dedesinin masal kitabındaki masallarda canavarlar hep ölür, güzel prensesler prensini bulur ve sonsuza dek mutlu yaşarlardı. Karanlığın kötülük getirdiği yazılı değildi hiçbir masalda.

Penceresi, hemen önündeki ağacın gölgesiyle perdelenmişti. Sıcak yaz günleri bu ağaçta oynamaya bayılırdı. Tepesine tırmanır ve annesinin kızgın bağırışlarına rağmen aşağıya inmezdi. Şimdi ise asıl amacı aşağıya inmek olacaktı. Pencereyi kapalı tutan kolu çevirip kendine çektiğinde kar kokusu odasına doldu. Küçük beyaz bir kar tanesi gelip burnuna konduğunda heyecanla bir soluk koyuverdi. O kadar sevimliydi ki. 

Pek sevgili ağacı giydiği beyazdan elbiseyle gecenin içinde bir dost gibi şefkatle dallarını uzatmıştı dört bir yana. Küçük kız bunlardan en sağlam görünenine doğru uzanıp sıkıca kavradı dalı. Daha önce de defalarca yaptığı gibi ağırlığının tümünü dala bindirinceye dek kendisini pencere pervazından sarkıttı. Dalın üzerinde durmayı başarabildiğinde kar yüzünden az daha aşağıya yuvarlanacaktı. 


Hafifçe gülümsedi. Şimdiden çok heyecanlı dakikalar geçiriyordu. Kim bilir daha neler görecekti. Ağacın gövdesine yapışıp aşağıya kaydığında üstünün az da olsa ıslandığını hissetti. Ayakkabıları küçük bir pof sesiyle kara bastığında ise hasar kontrolu yapabilmek için bir an duraksadı. Sonra çantasındaki her şeyin sağlam olduğunu görünce rahatlayarak karların arasında yürümeye koyuldu.

Orman evlerine pek uzak değildi. Çitlerin hemen ardında başlayan ağaçlar ev ve orman arasındaki sınırı çiziyordu. Çitlere ulaştığında bir an geri dönüp terk ettiği eve baktı. Karanlık gecenin ortasında, beyaza bürünmüş duvarlarıyla kabusların ortasında beliren hayaletler kadar korkutucu bir hali vardı. Önündeki karanlık orman, evini gördükten sonra daha sıcak bir yuva izlenimi uyandırmıştı gözünde.  


2. Avcı



Emin adımlarla yüksek boyunlu ağaçların arasına yürüdü küçük kız. Ağaçlar o kadar sık ve uzundu ki bir yerden sonra kar bile kavuşamamıştı toprağa. Ağaç köklerinin üzerinden atlamak ise oyun haline dönüştü onun için. 

Ormanın içine açılmış patika ebediyete ulaşırmışçasına uzanıyordu önünde. Arkasına baktığında geldiği yolu göremedi. Belki de kaybolmuştu. Fakat kaybolması için önce gideceği yolu bilmesi gerekirdi. Ya da gideceği bir yer olması gerekirdi. Fakat böyle ayrıntıları gereksiz gören kız, başı dik, her ayazla beraber ne kadar üşüdüğünü belli etmeyecek kadar gururlu ve bir yere varabileceğinden umutlu yürümeye devam etti. 

Ormanın karanlık dehlizleri onun adımlarıyla aydınlanıyor, kuruyup eğilmiş ağaçlar yeniden dikleşiyordu. Kızın üzüldüğü tek şey kafasını kaldırdığında yıldızları görememesiydi. Oysa ki dedesinin bir zamanlar verdiği eğitim sayesinde gözü kapalı sayabilirdi takım yıldızlarını. Yıldızlar yerine annesinin gözleri kadar siyah kanatlı kuşları görmek ve onların kanatları kadar çirkin seslerini dinlemek bile onu yıldırmadı. Oysa ki bu kuşlardan hiç hoşlanmamış, onların serçesini kovalayan kuşlara çok benzediklerini düşünmüştü.

Dudaklarının arasından süzülen ince buhar artık ince olmaktan çıktığında uzakta, belki de hiç var olmayan bir yerde parlak bir ışık gördü. Zaten pes etmek gibi bir niyeti olmamasına rağmen zihninin küçük bir köşesi bu duruma memnun olmuştu. 

Kız, giderek büyüyen ışığın doldurduğu gözlerini hiç kırpmadan adımlarını hızlandırdı. Yeterince yakınlaştığında da bu ışığın yakın alandaki bütün karları eritecek kadar parlak, barok dönem süslemeli gümüşten parmaklıklı bir kapıdan yayıldığını gördü. 

Tereddüt etmedi bile. Sonuçta o evden ayrılırken her şeyin orada kalmaktan daha iyi olduğunu düşünmüştü. Hala da öyle düşünüyordu. Güçsüz kollarıyla zorlukla ittirdiği kapıdan geçip, beyaz ilahi ışığın içine girdi. Bir an her şey beyazdı, sonrasında da rengarenk. 

Kıpkırmızı narlar, dolgun çilekler, asmalarının taşıyamadığı parlak üzümler ve binbir çeşit çiçek. Hatta siyah bir gülün yanına gidip kokladığında, mürekkep gibi koktuğunu sessiz bir şaşkınlıkla farketti. Arkasından gelen bir ses onu transtan çıkarana kadar öylece güle baktı.

“Bakıyorum bilgelik güllerimle çok ilgilendin küçüğüm. Ama buraya geliş sebebinin o gül olmadığını biliyorum.”

Küçük kız sesin sahibinin görüntüsü hakkında ne düşüneceğine karar veremedi bir an. Kara bir dumandan şekillenmiş feminen vücut, kırmızı büyük gözler ve  aynı renk saçlar. Korkması gerektiğini biliyordu, çünkü bu kadın benzeri “şey” masallardaki prenseslerden çok cadılara benziyordu. Fakat o anda bahçedeki  bitkiler kadar gerçekçi görünmüştü gözüne.

Kadın hafifçe gülümsediğinde dudağının kenarındaki duman, gamze benzeri çukurları ortaya çıkardı.

“Bana karanlığın temsilcisi derler küçüğüm. Bu bahçenin sahibi ve koruyucusuyum. Ayrıca bilge kadın olarak da bilinirim. Fakat kullanmayı en sevdiğim adım Masal Avcısı'dır. Sen bana kısaca Avcı diyebilirsin.”

Küçük kız cevap vermedi, meraklı gözlerle konunun nereye varabileceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Avcı devam etti.

“Madem benim Cennet Bahçemi bulmayı başardın, bunun bir ödülü olmalı. Burayı pek az insan varabilir. Şimdi bana kalbindeki dileği söyle.”

Kız düşünürken kaşlarını çattı. Annesinin ve babasının bir daha kavga etmemelerini dileyebilirdi fakat onlar için hiçbir şey yapmak gelmiyordu içinden. Sonra aklına gelen parlak fikir onu epey heyecanlandırdı.

“Dedemi tekrar görebilmek istiyorum!”

Kadının suratı asıldı. “ Bu çok büyük bir dilek ufaklık. Sonuçları da çok ağır olabilir. Yine de gerçek isteğinin bu olduğunu görebiliyorum. Bunu hediye etmek benim gücümü bile aşar. Fakat eğer senden istediğim bir kaç küçük işi yapmayı kabul edebilirsen belki benden daha güçlü olanları senin dileğini yerine getirmeye ikna edebilirim.”

Kız bir an bile düşünmedi. Ormana girerken ve o evden kaçarken yapacağı herşeyin sorumluluğunu almıştı.

“Peki, kabul ediyorum.”
Kadın yüzyıllar sonra ilk defa bu kadar şaşırmıştı. Yaşının çok üzerinde olgunluk gösteren bu kıza deney farelerini inceleyen öğrencilerin takındığı o sadist merakla baktı.

“Hmm. İlginç. Peki, kabul ediyorsan ne yapman gerektiğini anlatayım sana. Bana neden Masal Avcısı dendiğini biliyor musun? Nereden bileceksin ki. Çantandaki kitabı çıkar.”

Kız şaşkınlıkla Avcı'ya baktı. Sonra da kafasını sallayarak kitabı çıkardı. Zamanın eskittiği, kahverengi ciltli, tozlanmış ve ortalama boyutlarda bir kitaptı. Kadın memnun bir sesle yeniden konuştu.

“Şimdi en son sayfasını aç. Ne görüyorsun?”

Kız kitabın arkasını çevirdi ve hep boş bırakılan beyaz sayfayı karanlık kapağın altından kurtardı.

“Bir şey göremiyorum.”

Avcı gizemli bir şekilde gülümseyince gamzeleri yeniden kendilerini gösterdiler.

“Tekrar bak.”

Kız gözleri istemsizce tekrar boş beyaz sayfaya kaydığında, sayfanın artık hiç de boş olmadığını gördü. 
“Ama bu sensin !”
Geçekten de Avcı'nın karakalem ve ustalıkla çizilmiş bir resmi kitabın boş olması gereken son sayfasını süslüyordu.

Avcı kafasını salladı. “Evet o benim. Bütün masallar benimle biter. Çünkü ben masalların sonunda kötüleri cezalandıranım. Eskiden, çok eskiden işim buydu. Cadıları, kötü kraliçeleri ve kurtları ben yakalardım. Eşitlik dengesini yine ben kurardım. Ama artık kimse masal yazmıyor.

Senden istediğim şey şu. Her masalın içerisinde o masala ruh veren nesneler vardır. Bu nesnelerin masal içerisindeki gücü o kadar büyüktür ki, masal mutlu sonla bitmiş gibi görünse de o nesneler her an yeni bir sorun yaratma potansiyeli taşır. 

Normalde bu nesneleri kötüleri cezalandırdıktan sonra bulur ve bu bahçeye kapatırdım. Ancak onları kapattığım sandık bir hain tarafından açıldı ve nesneler masallara geri döndü. Artık yaşlandım ve burnum koku almaz oldu. Senden bu nesneleri geri getirmeni isteyeceğim. Ancak o zaman istediğin şeye layık olduğunu kanıtlarsın. Bu görevi kabul ediyor musun?”

Küçük kız büyülenmiş gibi dinledi bu sözleri. Avcı sustuğundaysa dedesini düşündü. Onun güleç yüzünü, beyaz bastonunu ve kahve kokan ellerini... Ve karar verdi. 

“Tamam bunu yapacağım.”
Avcı bu sefer gülümsemedi. Bu küçük kız için gerçekten endişelenmişe benziyordu. 

“ O zaman elindeki kitap sana yol gösterecek ama dikkatli olmalısın. Senin zamanında kimin kötü kimin iyi olduğunu anlamak zor olacak. Süprizlere hazır olmalısın. İyi şanslar.”

Sonrada şefkatli bir gülümsemeyle ekledi.

“Umarım başarırsın.”

Son kelime de Avcı'nın dolgun, kırmızı dudaklarından döküldükten sonra beyaz ışık yeniden kapladı her yanı. Kız daha ne olduğunu anlamadan, soğuk ormana geri dönmüştü. Etrafına bakındığında bahçeden tek bir iz bile bulamadı. Ancak orman değişmiş, ağaçlarının arasındaki gölgeler en büyük kabuslara gebe, tekinsiz bir yere dönüşmüştü. 

Kız artık masallar alemide, elinde eski bir masal kitabı, sırtında birkaç şekerleme ve kalbinde dedesini tekrar görme arzusuyla tek başınaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder