13 Şubat 2011 Pazar

Cehennemdeki Donmuş Nehir



Katil ellerindeki kana bakakaldı. Yerde kadının cesetinin yanında kendisine yollar açarak ilerlemekte olan kırmızı  birikinti, sokak lambalarının ışığının altında ölümün yumuşak parıltısını saçmaktaydı. Kadının gözleri parlaklığını yitirmiş, çöp tenekelerinin yanındaki basit ve zamansız ölümünü kabullenmiş bir ifadeye bürünmüştü. 

Katil iki adım geriledi ve tenekelerin karşısında duran, ara sokağın sınırlarını belirleyen duvarın dibine çöktü. Bu işte yeni olduğu faltaşı gibi açılmış kara gözlerinden belliydi. O gözlerde az önce bir can almış olmanın getirdiği inanmazlık ve delilik rüzgarları uğulduyordu. Nedensiz cinayetin getirdiği delilik. 

Çöp tenekelerinin üstünde kara bir kedinin, gözlerini hiç kırpmadan kendisine baktığını, dehşetinden kurtulmaya başladığı zaman farketti. Suçlayan mavi gözler, şaşırtıcı zeka parıltılarıyla yanıp sönerek, acıyan bir insanın bakışlarındaki kederi taşıyordu. Katil dehşetinin yeniden başının arkasını dürtüklediğini hissetti. 

Gözleri kanların ortasında boylu boyunca uzanmış kadına kaydı. Onun yerinde olmak istedi. Huzurlu ve umursamaz. Kendisiyle dalga geçercesine dingin bakan açık kalmış gözleriyle, öylece yatıyordu işte.

Katil daha fazla bakmaya dayanamadığından kafasını çevirdi ve kedinin eski yerinde duran küçük kızı gördü. İki yandan örgü yapılmış saçları, alaycı mavi gözleri ve donuk yarım gülümsemesiyle oradaydı. Bir intikam meleği gibi dikiliyordu. Ölmüş kızını görüyor olmanın verdiği dehşetle, yarım bir çığlık bile atamadı katil. O susunca sessizleşen dünyada, ruhunun kırıldığını, paramparça olduğunu duydu.

-----------------
                                                         
Yeşil çayıra baktım. Önümde sonsuz bir düzlükle uzanıyordu. Yeşilin her tonunda, çıldırtıcı derecede mükemmel. Ortasından geçen safir rengi nehire nispet yapar gibi dalgalanıyordu çimenler, nereden geldiği belli olmayan rüzgarlarla. Dünyada safir rengi ya da mavinin herhangi bir tonunda nehir göremezsiniz. Aynı şekilde dünyada kutsal bir nehir de göremeyeceğiniz için pek garipsememelisiniz bu durumu. Hiçbir yer ölüler diyarı kadar yapmacık değildir bu bakımdan. 

Masmavi bir göyüzü, parlak yeşil çimenler, kaz tüyü gibi yumuşak görünen bulutlar ve safir rengi bir nehir. Hepsi bir cehennem yaratmak için yeterlidir. En azından benim cehennemimi yaratmak için yeterlidir, sizinkini bilemem. 

Ah, hayır ben bir ölü değilim. Ben bir Görevli'yim.  Keşke bir ölü kadar sorumsuz olabilsem ama ölümsüz olmanın getirdiği bazı sorumluluklar var. Zamansız ölenler geçidi görevlisi olmak gibi, mızmız ruhlara çayırın sonuna kadar eşlik etmek gibi. Boş işler müdürüydüm kısaca.

Yanağımı yalayan rüzgar bana sorumluluklarımı hatılattı tekrar. Kafamı kaldırıp artık beyaz olamayan bulutlara baktım. Bir mezar gibi kararmışlardı. Çayır artık o kadar da güzel görünmezdi gözünüze. Çılgınca bir rüzgar çimenleri ağır ağır dalgalandırarak yeni bir ruhun gelişini haber veriyordu. 

Bulutlara baktığımda merhumun yüzünü gördüm. Güzel bir kadındı, ölmek için çok gençti. Fakat ölüm seçiçi bir arkadaş değildi. Bilirsiniz herkes ölür. Benim gibi zavallılar dışında.
 Bulutlarda dalgalanan yüz solmaya başladı. Eğer bulutları okumayı biliyorsanız, ya da en azından kafanızı kaldırıp yukarıya bakmayı hatırlarsanız, bu beyaz yığınlar size çok şey anlatabilirler. Ölenlerin yoludur bulutlar. 

Nehire doğru yürümeye başladığımda havanın soğduğunu da hissetmek şerefine nail oldum. Çayırdaki otlar buz tutuyor, nehir yavaşça donuyordu. Anormal bir durum değildi. Bir ruh buraya geldiğinde ortalık hep buz tutardı. Çünkü ruhlar sıcak havaları sevmezler. Bu yüzden cehennem sıcaktır. En azından sizin cehenneminiz sıcak. Benimkinde donmuş nehirler var çünkü. 

Nehrin üzerinde yürüyen ruhu gördüğümde kıyıya varmıştım çoktan. Süzülürcesine yürüyerek önüme geldi. 

“Ne oldu bana?” diye sordu, titrek bir sesle. Sesi yankı yaparmış gibi çıkıyordu.
“ Öldün.” dedim uzatmadan.

Cevabı, yüzyıllardır ilk defa bu kadar şaşırmama neden oldu. Diğer gelenler gibi ağlamaya başlamadı, kendisini dünyaya döndürmem konusunda yalvarmaya ya da rüşvet vermeye de çalışmadı. Sadace bir süre düşünüp “Hmm. Sanırım hatırlıyorum.” dedi. Kabullenişi çok ilginçti doğrusu.

Yüzümü buruşturdum. Bir insanın ölümünü hatırlaması kadar pis bir şey yoktur. Tam ona refakat edebilmek için elimi uzatıyordum ki yeniden konuşmaya başladı. 
“Önce bir isteğim olacak.”

Az daha kahkaha atacaktım. Bir istekmiş daha neler! Hangi insan ölüp bir şey ister ki? Yine de bu kadının ne isteyeceğini merak ediyordum. Hem ilginç bir kadındı hem de şamata koparıp beni yormamıştı. 
“Neymiş bakalım?” dedim sabırsızaca.

“Beni öldüren herifi bulup, bunu ona ödetir misin?”

Gözlerimin içine baktı. Bir “ taş attım da kolum mu yoruldu?” vakaasıyla daha karşı karşıyaydım. Yıllardır dünyaya gitmemiştim. Dükkanı kapatıp on dakika sonra döneceğim diyen esnaflar kadar rahat da davranamazdım. Ama bir şekilde beni cezbetmişti.
 Hem bu kadına acıdığımdan hem de küçük bir tatil bana iyi geleceğinden hayır diyemedim. 
Kafamı olumlu anlamda salladığımda yüzüne yerleşen huzuru unutamayacaktım. Sessizce çayırın sonuna yürüdü ve gözden kayboldu. Ben de ufak bir işi halletmek için geri döndüm, kovulduğum cennete. Dünyaya.

-------------------

Adamın zihninin kırıldığını duyunca gülümsedi küçük kız. Onu öldürmemişti. Öldürülmeyi haketmiyordu çünkü. Ama ölünceye değin taşıyacağı izdırap ve delilik tohumları ekmişti beynine.

Küçük kız duvarın önünde kıvranıp kendi kendine sayıklayan adamın yanından geçip yerdeki cesedin yanına çömeldi. Kadının kulağına “Huzur bul. “ diye fısıldadı rüzgarın uğultusuna karışan bir sesle.  Sonra da geldiği yere, bulutların üstüne, cehennemdeki donmuş nehrine geri döndü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder